- Başkan Tugay'dan millilik vurgusu
- İzmir Kırgızistan ile daha yakın ilişkiler kuracak
- Milli Takımın Uluslar Ligi'ndeki Rakibi Macaristan Oldu
- Siyasi yasak davasında Kılıçdaroğlu'ndan 25 sayfalık savunma: Tarihe not düşmek için geldim
- Kemal Kılıçdaroğlu Hakim Karşısına Çıktı! CHP'den Duruşma Sonrası İlk Tepki: Bu Dava 'Bizim Borumuz Ötsün' Demektir
Vay fay vay!
19 Şubat, 2023Japon Mühendis ve Mimarların inşaata bakış açısına bakınız; "Binaları barınmak için değil insanı korumak için tasarlıyoruz."
Ya bizim bakış açımız nasıl, bizler binaları nasıl tasarlıyoruz? Deprem risklerini azaltmak için gerek mesleki otorite olarak TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, TMMOB Mimarlar Odası vb. meslek odaları ve inşaat sürecine onay veren, sorumlu olan herkes insanı korumak için ne yaptınız?
Japon mühendis ve Mimarlar gibi hiç düşündünüz mü?
Herkes uzman, çok konuşuyor, tartışıyor ancak her afetin her depremin sonuç raporuna kederli bir ülke insanının ölüme ağıtları yazılıyor! Bu da bizim bakış açımız!
Türkiye, yerkabuğundaki fay hatlarının kesiştiği ve aktif tektonik plakaların bulunduğu bir coğrafyada olduğu için sıklıkla depremlere maruz kalmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine baktığımda Türkiye’de yaklaşık on beş milyon bina var. Bunların içinde ruhsatsız ve kaçak binalardan tutun yirmi yaş üzerinde yaşlı apartmanlar, binalar da var. Bunların %40’ı depreme dayanıksız binalardan oluşuyor... İçlerinde hemen yıkılıp yenilenmesi gereken binalar var!
Verilere rağmen hangi siyasi otorite, hangi hükümet bu gelecek deprem facialarının önlemini almak için binaların peşine düşmüş? Bugüne kadar ülke genelinde riskli bölgeleri, riskli binaları bildikleri halde ne çözüm üretmişler? Hükümet yakın tarihte deprem afeti yaşayan illerimizden İzmir'e, Kahramanmaraş'a önceden gitmiş de “vatandaşa bu binalar sizi öldürür, sizlere güvenli inşaatlar yaptık gelin burada yaşayın” mı demiş, önlem mi almış?
Bizler bu coğrafyada ve bu fayların üzerinde her an yeni bir deprem olasılığını bilerek yaşamaya devam edecek isek depremin sonrasındaki süreçte “deprem risklerini azaltma, dayanıklı yapılar inşa etme konusunda neler yaptınız?” diye vatandaşlar olarak çoktan soru sormaya başlamış olmalıydık.
Yapılanlar yeterli mi? Yetersizse daha neler yapılmalı? Neden yapılamıyor? Deprem sorunu Türkiye’de nasıl aşılabilir? Bu konuda duyarlı bir toplum oluşturmada güçlük nerede? Sorularımızı arka arkaya sıralasak da Türkiye’deki deprem gerçeği bitmeyeceğine göre bizler de sorunları çözmeye çalışalım.
Vay FAY vay suç sende!
Deprem ülkesi olarak hala kederli isek yetersizlikleri tartışacağımıza, yaşananlardan ders çıkarma yetisini seferber etmeliyiz!
Bilime, mühendisliğe ve akla aykırı uygulamalarla birlikte, rant politikaları yüzünden ülkemiz ciddi bir deprem ve afet noktası durumuna gelmiştir. Bilinçsiz yer seçimleri, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, düşük düzeyli veya mühendislik hizmeti görmemiş yapı yönetimi, tasarımsız, plansız kentleşme, deprem yönetmeliklerine uyulmaması nedenli ağır hasar ve yüksek oranlı can kayıplarına neden oldu. Kayıpların önemli bir bölümü de, yapım hataları, zemin şartlarına uymayan yanlış temel tasarımları, kötü işçilik ve inşaatlarda kullanılan yapı malzemesi hataları ve çürüklüğünden kaynaklanmaktadır.
Türkiye'de meydana gelen büyük depremler bize Japon Mühendis ve Mimarların inşaata bakış açısına sahip olmadığımızı anlatıyor! Biz binaları barınmak için yapmışız, insanı korumak için tasarlamamışız…
9 Ağustos 1912'de 7,3 büyüklüğünde "Mürefte", 7 Mayıs 1930'da 7,6 büyüklüğünde "Hakkari", 27 Aralık 1939'da 7,9 büyüklüğünde "Erzincan", 1942'de 7 büyüklüğünde "Erbaa-Niksar", 26 Kasım 1943'te 7,2 büyüklüğünde "Kastamonu Ladik", 1944'te 7,5 büyüklüğünde "Bolu Gerede", 1949'da 6,7 büyüklüğünde "Bingöl Karlıova", 1951'de 6,9 büyüklüğünde "Çankırı Kurşunlu", 1957'de 7,1 büyüklüğünde "Bolu Abant", 19 Ağustos 1966'da 6,9 büyüklüğünde "Muş Varto", 1967'de 7,2 büyüklüğünde "Mudurnu", 1970'te 7,2 büyüklüğünde "Gediz", 24 Kasım 1976'da 7,5 büyüklüğünde "Van Çaldıran", 13 Mart 1992'de 6,6 büyüklüğünde "Erzincan", 17 Ağustos 1999'da 7,4 büyüklüğünde "Gölcük", 12 Kasım 1999'da 7,2 büyüklüğünde "Düzce" ve 23 Ekim 2011'de 7,2 büyüklüğünde "Van" depremleri oldu. 1 Mayıs 2003'te 6,4 büyüklüğünde "Bingöl", 24 Ocak 2020'de 6,8 büyüklüğünde "Elazığ" ve 30 Ekim 2020'de 6,6 büyüklüğünde "İzmir" depremleri de 6 ve üzeri büyüklüklerdeki depremler olarak kaydedildi. Ve 6 Şubat 2023 “Şehitkamil- Gaziantep” saat 04.17, 7.8 büyüklüğünde, 6 Şubat 2023 “Ekinözü- Kahramanmaraş” saat 13.24, 7.6 büyüklüğünde depremler… (Kaynak:https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/turkiyede-en-buyuk-deprem-hangi-sehirde-ne-zaman-oldu-turkiyedeki-en-buyuk-depremler-2048655)
Türkiye'de özellikle 6,5 ve üzeri büyüklüğünde meydana gelen yaklaşık 20 deprem çok sayıda can ve mal kaybıyla sonuçlandı. Hükümet deprem vergisini topladığı gibi evlerimizin depreme dayanıklılığını denetlemiyorsa ve evlerimizi depreme dayanıklı hale getirmeleri için yetkilileri harekete geçirelim. İrili ufaklı her deprem ülkemizde hem insani, hem sosyal, hem de ekonomik yıkımlara dönüşmektedir.
Yaşamımızda hükmedici unsur doğa ise depremleri ortadan kaldırmıyorsak, acil önlem metotlarının uygulanması ve denetim süreçlerine toplumun tamamını dahil edilmesi gerekiyor. Otokontrol mekanizmasını da çalıştırarak, deprem etkilerini, hasar ve kayıplarını azaltma yoluna gitmek zorundayız! Büyük ölçüde ekonomik kayıpla birlikte depremin halkımızın üzerinde yarattığı derin korku ve psikolojik çöküntü oranı henüz bilinmiyor!
Yaşananlardan ders çıkarma yetisini seferber etmeliyiz…
Türkiye de çoğu insan kadercilik ile umursamazlık arasında gidip geliyor. Bireysel ve toplumsal akla ihtiyaç var! Yeni felaketler hala kaçınılmaz bir gerçektir.
Coğrafya kader değildir! Sorumsuz insanlar sayesinde kedere dönüşür!
Akılcı düşünce dogmatik kafa yapısının yerini almadığı sürece,
* Yalnızca deprem sorunu değil,
* Trafik sorunu da,
* Eğitim sorunu da,
* Sağlık sorunu da ve diğer sorunlar da kolay kolay çözümlenemez...
Çözüm ancak işlerin iyi planlanması ve sebatla uygulanacak bir devlet politikasıyla gerçekleştirilebilir. Sadece hükümet politikası yetmez, gerçekçi bir eylem planı yapılmalı ve siyaset dışı bir anlayışla uygulamaya geçilmelidir. Uzun vadeli planlı işleri yapmak soğukkanlı ve akılcı, rasyonel ve birleştirici bir bakış açısı gerektirir. Toplum buna hazır mı? Başlamak bitirmenin yarısıdır, haydi o zaman...
Deprem risklerini azalt ki, yaşayasın?
Depremle yaşamasını bilmek, depremle yaşamasını idrak etmek zorundayız.
Yıl 1939. Erzincan’da korkunç bir deprem olmuş. Türkiye’nin yaşadığı en büyük depremdir. Erzincan yerle bir olmuş. Üzerinden kaç yıl geçmiş? Yetmiş yıl. Ama daha yetmiş yıl geçmeden Erzincan’da 1992 yılında bir deprem daha yaşanmış. Demek ki depremden kaçış yok!
Gelişmiş ülkeler, bu tür felaketlerden sonra yaşananlardan ders alarak, toplumlarında birçok şeyin esastan değişimini sağlamışlardır. Türkiye gerçeğine bakınca hiç ders almamışız demek mümkün!
Marmara 17 Ağustos Depremi'nin üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen, depremden sonra ülkemizde birçok şeyin köklü değişeceği umut edilirken bilimin önderliğini çok fazla benimsemeyen toplumumuz, afet bilincini yükseltmede ve afete duyarlı bir toplum oluşturmada çok yeterli olamamıştır.
Bizim artık küçükten-büyüğe acil deprem tedbirlerini hem evde hem sahada öğrenmemiz gerekiyor. Bu tedbirlerle ilgili yaklaşımları çocuk, genç, yetişkin toplumun tamamını içine alarak yaygınlaştırmalıyız. Depremle yaşama gerçeğini hepimizin bilmesi gerekiyor. İlçeniz de “Afet ve Acil Durum Toplanma Alanlarını” biliyor musunuz? Yakınlarınızla buluşma yeri belirlediniz mi? Deprem çantanızı hazırladınız mı? Evinizde, ofisinizde deprem anında hayat üçgeni ve çök-kapan-tutun pozisyonunun antrenmanını yapıyor musunuz? Mobil afet-deprem uygulamalarını telefonunuza yüklediniz mi?
Aziz Nesin'in dediği gibi “Türkiye'de kimse kazık kendisine girmedikçe, başkalarının yediği kazıkla ilgilenmez.”
Ülke vatandaşları olarak çok kez deprem kazığını yedik! Yemeye de devam edeceğiz gibi görünüyor… Yapmamız gereken dogmatik kafa yapısından kurtulup, Doğayı, doğa olaylarını beş duyu ve akılla yorumlamaktır. Böylece bilimin önem kazanması, bilimsel gelişmenin hızlanması demektir. Ve birlikte derdimize derman olmak!
Bilinçli yurttaşlar olarak, konutlarımızın pembe fayanslarına ödediğimiz kadar parayı güvenliğimiz için de vermeye hazır olduğumuzda hep beraber deprem problemlerini çözmüş olacağız.
Kader diye bir şey yok! Bilinçli olmak var, önlem almak var, o kadar…
Hubert Reeves’in “Doğa ile savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz” ifadesindeki gibi DOĞA ile iletişimi bozmayalım…
Tek gerçek “DOĞA isterse verir, isterse alır götürür!”
Yorum Ekle
Yazarın diğer yazıları
- Cumhuriyet Türkiye'nin Kalbidir!
- Kanun Hükmünde Kararname İle Kadına Şiddetin Önlenmesi!
- Prof. Dr. Alpaslan Işıklı Anısına
- Türkiye Tanıtım Araştırma Demokrasi ve Laik Oluşum Vakfı TÜLOV Burslu Gençlere Umut Oluyor!
- Oysaki NARİN de bugün okula gidecekti!
- Meraklı Öğretmenler Burada!
- Laiklik Ve Çocuk
- Serbest Piyasa Fırsatçıları!
- İsraf TAVAN Tasarruf YALAN!
- Kıssadan Hisse Öyküler
- Tüm Yazıları
SOSYAL MEDYA
MAGAZİN
Pınar Altuğ: Benden köylü kadını çıkmaz
Geçen gün bir davete katılan oyuncu Pınar Altuğ kendisini tatmin eden bir rolü hâlâ bulamadığını söyledi. Altuğ, "Ters köşe bir karakter oynar mısınız?" sorusu üzerine, "Kötü kadın olabil...
TEKNOLOJİ
EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ
Göz sağlığınız tehlikede!
Ekran karşısında uzun saatler geçirmek, hem yetişkinlerde hem de çocuklarda göz sağlığını tehdit ediyor. Türk Oftalmoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Huban Atilla, küçük yaştaki çocuklarda giderek artan göz kuruluğu ve şaşılık riskine dikkat çekti.
Yorumlar
Bu haberde yorum bulunmamaktadir.